EYLÜL

14 Ağustos 2013 tarihinde tarafından eklendi.

Romanın özeti

Suat ve Süreyya evleneli beş yıl olmuştur. Suat, kocasının sıkıntılarını gidermek için babasından aldığı para ile Boğaziçi'nde bir yalı kiralar. Çift burada mutludur. Bu eve Süreyya'nın akrabası ve en yakın arkadaşı Necip sık sık gelmektedir. Süreyya sandal gezintilerini, balık tutmayı seven biridir. Eşi Suat ise bundan hoşlanmaz. Bu zaman dilimlerinde o, Necip'le baş başa, piyano başında geçirirler. Bu geliş gidişler zamanla aşka dönüşür. Ancak bu masum, lekesiz bir aşktır. Ne Necip arkadaşına ne de Suat kocasına ihanet eder. Kış gelince çift tekrar konağa taşınır. Gizli aşk burada da devam eder; ancak Necip ve Suat bütün acılara dayanarak nefislerine yenilmezler. Sonunda konakta çıkan bir yangında Suat'ı kurtarmak için eve giren Necip dışarı çıkamaz, iki âşık yanarak ölür. Böylece temiz aşkları hiç kirlenmemiş olur.

Romandan bir bölüm

Çayırı bütün bütün tenha buldular, ağaçların gölgeleri, yarı bulutlu sema altındaki çayır soluk, boynu bükük idi. Yalnız son yağmurların ve dünkü güneşin verdiği tazelik ile üzgün bir yeşillik vardı; onlar çayırın bu rengindeki güzellikten bahsederlerken Suat çınarlardan sarı, kuru düşen yaprakların kapladığı yollarda yağmurlarla ıslanarak hasıl ettikleri çamura, bu çürümüş yapraklara bakarak "işte!" diyordu…

Necip etrafına bakınarak:

– Havanın rengi gitgide soluyor, dedi.

Ve bastoniyle, karşıdan ağır ağır yükselen bulut yığınlarını gösterdi.

Süreyya:

– Ey, ne olacak? dedi; geçenki havaları düşünsene… Ne idi o yağmur, o rüzgâr?

–  Amma dün ve evvelki gün ne kadar parlaktı, bir yaz günü gibi…

–  Buna sonbahar demişler!.. Bu kadar güzellik ve sıcaklık verdikten sonra eylülden

daha ne beklenir? Malûm ya, Eylül hüzün ve yas ayıdır.

Bu söz üzerine Suat'a, hayatının bu çağı, ömrünün, kadınlığının eylülü gibi geldi, Eylül!.. Öyle bir ay ki, geçen her güzel günü için ona minnettar olmak lâzımdır. Eylül esef ve hasret ayıdır, içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp esef eder ve hasret çeker.

O zaman Suat'a da hayatın şu devresi kendi ömrünün, kendi kadınlık hayatının eylülü gibi geldi. Eylül… Birkaç gün hava ne kadar güzel olsa bu kadarcık fani güzelliğe bile minnettar olmak lazım gelen bir ay; içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, o güzel havaların, devamlı yazın artık nasıl geçmiş, sadece mazi olmuş olduğunu hissettiren bir esef ve hasret ayı… Onun hayatı da öyle değil miydi? Son günlerin letafeti ile beraber, şimdi yine imkansızlığa, yine hüzün ve kasvete düşmemiş miydi? Tıpkı şimdi düştüğü gibi, nasıl yaz elindeki saadetten bihaber geçip ilk kış hücumuyla teessüf ederse, o da demin anlamamış, tahassür etmemiş mi idi?

Ondan başka bir şey görmüyor, ondan başka bir şey işitmiyordu; o sözü söylemek için Suat, başını kaldırdığı zaman o nazarda o kadar perişan ve rahîm bir katre-yi avf, o kadar masum bir lerze-i merhamet vardı, öyle bir incizâb-ı rica ile pürnûr idi ki nereye baksa o gözleri, hiçbir yere bakmasa yine onları, kendi sefaletine onun rikkatini, ondaki o reng-i ihtizazı, o affı görüyorum zannediyordu. Ve bu nazarla o söz ona büyük, kelimelerin delaletinin fevkinde mehib nazarlarla geliyordu. O kadar derin bir saadetle kalbi şişiyordu ki her şeyi, artık onu göremeyeceğini bile unutarak: "Ah benden nefret etmesin, beni sevsin de…" diye bunu her şeye bedel bir saadet görüyordu. Bu, bütün ihtiyacat-ı ruhiyesine elveri-yordu.

Mehmet Rauf, roman türünde birçok eser vermiştir; ancak bunların gerek yazıldığı dönem gerekse edebiyat tarihimiz açısından en önemlisi Eylül romanıdır. Eylül, edebiyatımızın ilk psikolojik romanıdır. Romanda olay az, psikolojik çözümlemeler çoktur. Hayattan ve gerçekçi unsurlardan uzak karakterlerin Batı kültürüyle yetişmiş duygulu ve entelektüel kişilerin aşk konusu çerçevesinde iç dünyası irdelenir romanda. Roman, 1900 – 1901 yıllarında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilmiştir.

Roman, çok basit bir olay üzerine kurulmuştur. Eylül bir aşk romanıdır; temiz, masum bir aşk romanı… Romanda, Süreyya ile evli olan Suat ve Necip arasındaki aşk işlenmiştir. Bu aşk etrafında kişilerin ruhsal çözümlemesi yapılmıştır. Evli bir kadınla (Suat), kocasının yakın arkadaşı (Necip) arasında yaşanan yasak aşk ve bunlardan habersiz kocanın (Süreyya) ruhsal durumları, kadının ve erkeğin toplumsal rolleri başarılı bir şekilde anlatılır. Romanda anlatılan birkaç olay, kişilerin üzerindeki etkisi, kişilerin o olaylara tepkisi açısından ele alınmıştır. Eser daha çok, dış olaylar değil de iç olaylar üzerine kurulmuştur.

Roman boyunca Necip'in içine düştüğü iklim işlenir. Eserde aşkla evlilik ahlakının çatışması vardır. Necip, uzaktan uzağa sevdiği Suat ile halasının oğlu olan Süreyya arasında kalmıştır. Romanda anlatılan aşk her yönüyle çıkmaza sürüklenen, iki tarafa da büyük bir acı veren; ancak tüm bu zorluklara karşın mutluluğu hissettiren güzel bir duygudur. Bu öyle bir duygudur ki, sonunda iki aşık gözlerini kırpmadan birlikte ölüme gider.

Eylül'de toplum olmadığı gibi, kahramanların yaşamı da o anki toplumu yansıtmamaktadır. Kahramanlar birer Batılı gibi yaşamaktadır. Anlatılanlar genel ahlak ve kültür anlayışının dışındadır. Necip, Suat'a olan aşkını içine gömmeye çalışıp ölümü aklına getirdiğinde toplumun değer yargılarına da karşı çıkar. Eylül romanında yasak aşk, roman kişilerinin sadece yaşadığı değil, aynı zamanda kendi içlerinde tartıştıkları bir konu durumundadır. Bu açıdan Necip'in Osmanlı toplumundaki erkeğin zihniyetini yansıttığını söylemek zordur. Ama bu, o dönemde böyle kişilerin yaşamadığı anlamına da gelmez. Bu nedenle yazar, kahramanlarını toplumdan soyutlar ve onlara istediği ruhu verir. Yine kahramanlar arasındaki ilişkiler de o zamanki toplum yapısına terstir. Örneğin Süreyya'nın eşini kıskanmaması, kendisi balık tutmaya ya da sandal gezisine çıktığında eşiyle arkadaşını baş başa bırakması, piyano ile yabancı müziklerin çalınması bunu göstermektedir.

Eylül, bir dönemin hassasiyetini gösteren bir eserdir. Kahramanlar bütün bir yazı sandal sefalarında, kır gezilerinde tembellik yaparak geçiren, aşk peşinde koşan kişilerden oluşmaktadır. Bu, romanın yazıldığı dönemdeki bir zümreyi işaret etmektedir. Kahramanlar, evlendikleri halde babalarının gölgesinde, onların parasıyla geçinen kişilerdir.

Eylül romanı aynı zamanda Servet-i Fünûn topluluğunun edebî anlayışını yansıtır. Bu dönem romancıları olayları daha çok, aile içinde ve kapalı mekanların figürleri arasından seçerler. Bu, Servet-i Fünûn'un "salon edebiyatı" anlayışına uygundur.

Roman, Servet-i Fünûn döneminin ağır üslubuyla, ancak diğer sanatçılara göre daha sade bir dille yazılmıştır. Romancının üslubu, Halit Ziya'ya göre daha özensizdir. Buna rağmen yazar, canlı ve sürükleyici bir anlatım yakalamayı başarmıştır. Roman, sıcak anlatımı, özensizliği ve devrin ağır terkipli tamlamalarından uzak üslubuyla kendini okutur. Romanda betimlemeler büyük yer tutar. Ancak bunlar daha çok, ruhsal betimlemelerdir.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
FONOLOJİ-FONEMATİK