SALTANATIN KALDIRILMASI

14 Ağustos 2013 tarihinde tarafından eklendi.

SALTANATIN KALDIRILMASI
 

     Mudanya Ateşekesi imzalandıktan sonra, Türkiye barışa doğru yürüyüşün ilk adımını attı. Ekim ayı geldiğinden askerin köyüne ve tarlasının başına dönmesi de gerekiyordu. Genelkurmay Başkanlığı durumu Başkomutan ve Cephe Komutanı'na bildirdi. Ordunun mevcudunun 140.000'e indirilmesi uygun görülerek, 16 Ekim 1922'de Bakanlar Kurulu erlerin bir kısmının terhis edilmesi, bir kısmının da süresiz izinli sayılmasına karar aldı. 1912'de başlayan seferberlik 1922'de son buldu. 10 yıl savaşalar içinde yaşayan Türk Ulusu barışı ülkenin iç ve dış politikasının temel ilkesi yapan bir yönetimle savaşlar dönemini kapatıyordu. Fakat barışın sağlanabilmesi için daha alınması gereken çok yol vardı.

     M. Kemal Paşa İzmir'e girdiği gün, Savaşı kazandığını, barışı kazanmak gerektiğini ve Türkiye'nin bağımsız bir devlet olması Büyük Taarruzla sağlanmış, Mudanya'da İtilaf Devletleri Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üstünlüğü karşısında boyun eğmişlerdi. Siyasi barış ise Lozan'da görüşülecekti. Türkiye'nin çağdaş uygarlık düzeyine çıkma savaşı ise yeni başlıyordu. Kurtuluş Savaşı'nda ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik iç içe yürütülmüştü. Ulusal bağımsızlık elde edilmişti. Ulusal egemenlik T.B.M.M.'nde Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur ilkesi ile somutlaşmıştı. Fakat düşmanla işbirliği yapan Padişah ve İstanbul Hükümeti hala varlığını koruyor, kağıt üzerinde de olsa yaşıyordular. M. Kemal, daha Erzurum'da Mazhar Müfit Bey'e, zaferden sonra devlet şeklinin Cumhuriyet olacağını not ettirmişti. T.B.M.M.'nin varlığı ve sistemi gerçekte bir cumhuriyet sistemi idi. M. Kemal Paşa Meclis Başkanı olarak Devlet Başkanı görevlerini yürütüyordu. Saltanat-Hilafet cumhuriyete en büyük engeldi. M. Kemal (Atatürk) Türkiye'yi çağdaş bir ülke yapmak için, ömrü tükenmiş bütün kurumları yıkmak, yerlerine yeni çağdaş olanları getirmek kararında idi. Ulusal ve laik bir devlet kurmak için siyasal, sosyal, ekonomik ve kültür devrimini başlatmanın zamanı gelmişti. Bu gelişmeleri gören ve bunların gerçekleşmesi durumunda, bilgisizlik ve taassup içinde bıraktıkları halkın sırtından yürüttükleri çıkar düzeninin yıkılacağını görenler, M. Kemal'e cephe almaya haşladılar. T.B.M.M.'nin sarıklı üyelerinden biri "Yunandan kurtulduk, bakalım M. Kemal'den nasıl kurtulacağız?" diyerek bu görüşü dile getiriyordu. İstanbul sosyetesi, Saray, Bab-ı Ali hemen tümüyle Ankara'daki ulusal kadroya karşıydılar. Kaderini Hanedana bağlamış olanlar, Ankara'nın başkent olacağını daha o tarihten görerek, bu yeni gelişmeleri endişeyle karşılıyorlardı. M. Kemal yakın çevresinde bile Saltanat-Hilafet yanlıları olduğunu bildiği için, "Devrim" konusundaki düşüncelerini "Ulusal bir sır olarak saklayıp, zamanı geldikçe safha safha uygulamayı" başarı için gerekli görmüştü. Fakat ulusal savaş içinde kendisiyle birlikte yola çıkanlar, savaşın devrime doğru gidişi üzerine, kendi idrak sınırlarına geldikçe, M. Kemal'den ayrılmaya başladılar. Özellikle İsmet ve Fevzi Paşa'ların hala M. Kemal'in yakınında yer almaları, Ali Fuat, Karabekir, Refet Paşa'lar ile Rauf Bey'i endişelendiriyordu. Rauf Bey Bakanlar Kurulu Başkanı olarak, M. Kemal Paşa'ya daha İzmir'de General Pelle ile görüştüğü bir sırada bir telgraf göndererek, askeri başarısından dolayı kendisini Türk Ulusu adına kutladıktan sonra savaşın kazanıldığını, dolayısıyla Başkomutanlığının sona erdiğini, şimdi politika dönemi olduğu için, politik konuları Hükümete bırakmasını istiyordu.

     M. Kemal, İstanbul Hükümeti ve Saltanat sorunlarının nasıl çözümlenmesi gerektiği konusunda daha İzmir'de iken görüşmeye başlamıştı. Bu görüşmeleri Ankara'ya döndükten sonra da sürdürmüştü. Meclis'te muhalif kanatta bulunanlar Saltanatın kaldırılacağını sezerek geleceğin devlet düzeni ve şekli konusunda kaygı duyuyorlardı. "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu"nun, egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğu ve idare biçiminin ise halkın kendi kendinin yönetmesi esasına dayandığı, yasama ve yürütme yetkilerinin, ulusun tek temsilcisi olan T.B.M.M.'ne ait olduğunu belirtilmiş olmasına rağmen Meclis'teki muhalif tutucu kanat, Meclis'in Hilafet-Saltanat'ı kurtarmak göreviymiş gibi çalışmaya başladılar. Padişah'ın ihaneti unutulmuştu. Rauf Bey bir gün (10-13 Ekim arası olabilir.) M. Kemal Paşa'ya, Saltanatın kaldırılacağına dair söylentiler dolaştığını, bu konuda bir açıklama yapmasını rica ederek Refet Paşa'nın Keçiören'deki evine kendisini davet etti. Bu toplantıya Amasya Genelgesini imzalamış bulunan dört kişi M. Kemal, Rauf Bey, Ali Fuat ve Refet Paşa'lar katıldılar. Rauf Bey, M. Kemal'den, Meclis'in Saltanat ve belki de Hilafetin kaldırılacağı endişesi ile kendisinin gelecekte alacağı durumdan şüphe ettiğini belirtip, açıklama istedi. M. Kemal'in sorusu üzerine Rauf Bey, Saltanat ve Hilafet makamına vicdanen ve hissen bağlı ve ailesinin Padişah nimetleri ve ekmeği ile yetişmiş ve Halifeye bağlılığının terbiye gereği olduğunu belirttikten sonra bu makamın İslam dünyası için çok önemli ve Saltanat ve Hilafet makamını kaldırmanın felakete yol açacağı görüşünde olduğunu söyledi. Refet Paşa da aynı görüşü paylaştı. Ali Fuat Paşa ise görüş belirtmedi. M. Kemal, arkadaşlarını yatıştırmak için telaş ve heyecana yer olmadığını belirtti.

     Bu arada Refet Paşa Ankara Hükümeti adına Trakya'yı teslim almaya memur edildi. 19 Ekim'de İstanbul'a geldi. 20 Ekim'de 100 Türk jandarması Sirkeci'de halkın coşkun gösterileri arasında karaya çıktı. Türk Askeri'nin "Mustafa Kemal Paşa Serdarımız." marşı ile ilerlemesi, ulusun dört yıl sonra sevinç gözyaşlarıyla mutlu bir günü yaşamasını sağladı. Gerçi henüz İstanbul'da İtilaf Kuvvetleri vardı, fakat asıl güç artık Türk'ün elindeydi. Milliyetçiler İstanbul'a egemen duruma geldiler. Ulusal Mücadele'nin amansız düşmanı Ali Kemal milliyetçiler tarafından T.B.M.M. adına tutuklanarak Ankara'ya gönderilmek üzere yola çıkartıldı. Fakat İzmit'te bir hata yapılarak linç edilerek öldürüldü. Ali Kemal'in öldürülmesi Padişah üzerinde büyük korku yarattı. Kendisini İstanbul'da güvenlik içinde görmediğini, General Harrington'a söyledi. Refet Paşa ile görüşen Vahdettin hala İstanbul Hükümeti'nin varlığında ısrar ediyordu. Refet Paşa, iki hükümet olamayacağını, İstanbul Hükümeti'ni istifaya çağırmasını istedi. Fakat; Padişah kendisini hala meşru hükümdar olarak görüyordu.

     Bu arada Tevfik Paşa, T.B.M.M. gerçeğini görmeyen bir hata işledi. 17 Ekim'de, Bursa'da bulunan M. Kemal Paşa'ya bir haber göndererek, zaferin kazanılmasıyla İstanbul ve Ankara arasındaki ikiliğin sona erdiğini, Müttefiklerin eskiden olduğu gibi yakında toplanacak barış konferansına Ankara ve İstanbul'un birlikte çağıracaklarına göre, önemli konuları görüşmek ve işbirliği sağlanması için güvenilir bir temsilcinin İstanbul'a gönderilmesini istedi. M. Kemal'in bu isteğe yanıtı çok sert oldu. Türk Ulusu adına tek söz sahibi yerin T.B.M.M. olduğunu ve toplanacak barış konferansında da Türkiye'yi yine T.B.M.M.'nin temsil edeceğini belirtip, bu gerçek karşısında devletin siyasetine karışılacak olunursa, bunun büyük sorumluluk doğuracağını hatırlattı.

     Tam bu kritik durumda İtilaf Devletleri yine bir hata yaptılar ve 27 Ekim 1922'de Ankara ve İstanbul Hükümetleri'ni, 1 Kasım'da Lozan'da toplanacak Barış Konferansı'na ayrı ayrı davet ettiler. Sadrazam Tevfik Paşa 29 Ekim'de, bu sefer T.B.M.M.'ne doğrudan başvurarak, gönderdiği telgrafta, T.B.M.M. sözünü dahi kullanmadan, İstanbul Hükümeti'nin işbirliğine hazır olduğunu bildiriyordu. Bu istek Mecliste çok sert tepkilere yol açtı. Bu davranışı, ülkeyi ikiye bölmek isteyen Padişah'ın yeni bir politikası olarak nitelediler. İstanbul Hükümeti'nin ihanetleri uzun uzun açıklandı. Lozan'a gitmek için seçilmiş olan Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, bunun Mudanya Ateşkesi'ne de aykırı olduğunu belirtti. Fakat hiç kuşkusuz bu çift davet, M. Kemal Paşa'ya "Şahsi Saltanatın Kaldırılması." için büyük fırsat verdi. 30 Ekim'de T.B.M.M.'ne "Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıldığını, yeni bir Türk Devleti'nin doğduğunu, Anayasaya göre, egemenliğin ulusa ait bulunduğunu bildiren." bir önerge verdi. Hatta bazı mebuslar, İstanbul Hükümeti namını takınanların vatan haini olarak cezalandırılmalarını istediler. Görüşmeler 1 Kasım'a kadar sürdü. M. Kemal'in isteği üzerine Rauf Bey de Mecliste, Saltanatın kaldırılmasının uygun olduğunu açıkladı. M. Kemal, Padişahlıkla Halifeliği birbirinden ayırıp, cismani iktidarı temsil eden Padişahlığı kaldırıp, ruhani iktidarı temsil eden Halifeliğin kalması ile bir çözüm yolu buldu. Böylece tepkileri bir ölçüde hafifletmek mümkün olacaktı. Fakat Meclisteki Padişahçı kanat M. Kemal'in kişisel düşmanlarıyla da birleşip, güçlendiler. M. Kemal Meclis'te İslam Tarihi'ni ve Hilafet ve Saltanatın ayrılabileceğini uzun uzun açıkladı. Bundan sonra konu müşterek komisyona gönderildi. Komisyon görüşmelerini izleyen M. Kemal, hocaların Hilafetin Saltanattan ayrılamayacağını uydurma sözlere dayanarak ileri sürdüklerini ve durumun çıkmaza gittiğini görüp komisyon başkanından izin aldı ve bir sıranın üzerine çıkarak şu konuşmayı yaptı: "Efendiler, egemenliği hiç kimse, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla veremez. Egemenlik güçle, kudretle ve zorla alınır. Osmanonoğulları zorla Türk Ulusu'nun egemenliğine el koymuşlardır. Bu yolsuzluklarını 600 yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldu bittidir. Söz konusu olan ulusa egemenliği bırakacakmıyız, bırakmayacakmıyız sorunu değildir. Sorun emrivaki olmuş bir gerçeği ifadeden ibarettir. Bu ne olursa olsun olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi doğal görürse, fikrimce uygun olur. Aksi taktirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.".Bu sözleri söylerken M. Kemal'in eli, karşısındakilerin korku dolu bakışları arasında, kafaların nasıl kesileceğini gösterir gibi hareket ediyordu. Bundan sonra komisyon, öneriyi kısa sürede sonuca bağladı ve Meclis'te yapılan oylama ile Meclis 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanatın kaldırılmasına karar verdi. Hilafetin devamı ve Osmanlı Hanedanı'ndan birisinin Meclis tarafından bu göreve getirilmesi kabul edildi. 600 yıllık Osmanlı Saltanatı böylece tarihe karışıyordu. Laik ve Ulusal Cumhuriyet'in en büyük engeli olan Saltanat-Hilafet makamının siyasi gücü ortadan kaldırıldı. Hilafet için henüz vakit vardı. Meclis'in aldığı karar İstanbul'a varınca, Refet Paşa, Bab-ı Ali Hükümeti'ni T.B.M.M. adına devr aldığını bildirdi.

     Vahdettin 10 Kasım'da Cuma selamlığında bulundu. Artık yalnızdı. Harrington'a adam yollayıp, İstanbul'da hayatının tehlikede olduğunu bildirip sığınma hakkı istedi. Harrington başvurunun yazılı yapılmasını bildirdi. Bunun üzerine 16 Kasım'da, Harrington'a yazdığı bir yazı ile İstanbul'da hayatını tehlikede gördüğü için "İngiltere devlet-i fehimanesine" sığınıp bir an önce güvenli bir yere götürülmesini istedi ve isteği kabul edilerek bir İngiliz savaş gemisi ile İstanbul'dan kaçtı.

     Meclis 18 Kasım'da toplanarak yeni bir Halife seçimi için görüşmeye başladı. Halifelik yanlısı olanlar fırsattan yararlanıp, yine övgüler ile Halifeliği ele aldılar. Halifenin indirilmesi için fetva istediler. Bu baskı karşısında Vehbi Hoca bir fetva düzenledi. Daha sonra Abdülmecit Efendi Halife seçildi.
 

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
OTOBİYOGRAFİ