TANZİMAT AYDINLARINA GÖRE AVRUPALILAŞMA

14 Ağustos 2013 tarihinde tarafından eklendi.

TANZİMAT AYDINLARINA GÖRE AVRUPALILAŞMA
Namık Kemal: “Medeni olmayan millet alkvam-ı mütemeddinenin (medeni kalemler) esiri olmaya mahkumdurlar.” Medeniyetsiz yaşamak, ecelsiz ölmek gibi bir şey. Medeniyeti “fuhsiyyat” olarak tanıtmak çok yanlış. Fuhsiyyat, medeniyetin özünde yok; olsa olsa uygulanışına ait bir kusur. Avrupa medeniyetinin nice kötülükleri ve eksiklikleri var ama medenileşeceğiz diye Avrupa’nın her kusurunu benimseyecek değiliz. İktibas edeceğimiz, dünyanın her yerinde geçerli olan ilmi hakikatlerdir sadece. Şaşmaz iki ölçümüz geçerli olan ilmi hakikatlerdir sadece. Şaşmaz iki ölçümüz var: “Ahlak ile akıl.” 
Tanzimat’ı başlatan Gülhane  Hatt-ı Hümayunu’nun ikinci bir aşaması sayılan Islahata Fermanı, devletin benimsediği siyasete yönelik tepkiler yarattı. Bu fermanla birlikte, o döneme kadar “millet-i hakime” olan Müslümanlardan bu ayrıcalıklı yönü oluyor, din ayrımı gözetmeksizin bir “Osmanlı” vatandaşlığı kurmaya çalışıyordu. Bu durum Müslümanların tepkisine neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nde yaşayan Rumlar da ayrıcalıklarını kaybettiklerini sandılar.  Oysa bu fermanda amaçlanan beraberliğin yerine gayri Müslimlerle  yabancıların kendilerine sağlanan hukuksal imkanları  Müslüman teb’ayı çok geride bırakır şekilde kullandıkları görüldü. 
Ali Paşa için medeniyet, insan toplumunu kuran fertlerin her bakımdan tam bir güven içinde yaşamaları, asayiş ve refah nimetinden yararlanmaları demek. Emniyet ve refah zamanla gelişir, bu gelişmenin adı terakkidir. Tanzimat  aydınlarının kafasında nizamın yerini terakki almıştır. Terakki  sevgisi o dönemin hakim unsurudur.
Tanzimat fermanının devamı ise ıslahat fermanıdır. Tanzimat ferman, Osmanlı yönetiminin girişimiyle hazırlanmışken, Islahat Fermanı Batılı devletlerin Osmanlıya kabul ettirdikleri bir projededir. 1856’da ilan edilen ferman, Tanzimat ilkelerini tekrarlarken, aynı zamanda kişi hak ve özgürlüklerine ilişkin hükümler getirmiştir.  Bir bakıma Hıristiyan uyrukları korumak amacıyla ilan ettirilmiştir. Osmanlı devleti Mecelle diye bir medeni kanun yürürlüğe sokulmuştur. İlk kez kız rüştiyesi açılmış  ortaöğrenim geliştirilmiş, ilköğrenim zorunlu hale getirilmiştir. Eğitim alanında bir çok yenilikler yapılmıştır .
Tanzimat oluşumu içinde Devlet-i Aliyye’yi kurtarmanın yolu olarak Batı’ya  benzemenin gerektiğine inanan ve kendini asla devletten ayrı olarak düşünemeyen bir grup aydının, halk desteği olmaksızın  yaptıkları siyasi mücadele sonucu, Osmanlı Devleti 1876’da anayasalı düzene geçmiştir.  Bu belgenin her satırında egemen ideoloji olarak Osmanlılık ortaya çıkmaktadır. Avrupa anayasa hareketlerinin temeli olan milli egemenlik ilkesine de dayanmamaktadır. Güçler arasında denge kurulmamış, sadece padişahın yetkilerinin bir kısım sınırlandırılması hatta tanımlanmasıyla yetinilmiştir. Osmanlı batılılaşma süreci içinde Kanun-i Esasi önemli bir yer tutar. Toplum-birey dengesini kuran bir belgeden ziyade ark-siyasal elit dengesini kurmaya yönelik olduğundan daha çok” Magna Carta” belgeler grubuna girmektedir.   
II. Abdülhamid, Kanuni Esasi’yi kısa bir süre sonra yürürlükte kaldırıp; “İstibdad” dönemini başlatmıştır. Osmanlı Batılılaşmasının en yoğun döneminin bu baskı ve despotizm aralığında yaşanmış  olmasıdır. Osmanlı tarihinde ilk kez yoğun bir siyasal muhalefet yaşanmaya başlanmıştır. Devlet içinde devleti kurtarmaya çalışan siyasal elit, Tanzimat aydını, bu defa devleti devletin dışından kurtarma çalışmasına girmiştir. Buna bağlı olarak, Osmanlı siyaseti hem ideolojik hem felsefi hem de bilimsel bir içerik kazanmıştır. Halk siyasi mücadeleye ortak edilmiştir.
Tanzimat’ın ileri gelen yazarları medeniyetçidirler. Fakat hiçbirinde medeniyetin sistemli bir tarifini bulamayız.  Kaldı ki, bu konuda çağlarının yöneticileriyle de birleşirler. Tanzimat aydınlarının kafasında, nizamın yerini terakki almıştır. Terakki sevgisi o dönemin hakim ideolojidir. Hepsi Avrupa toplumunun kalkına yönetimi kapitalizme yakındırlar. Hepsi de eğitime önem verirler. Osmanlı toplumun geleneksel kesimleri batılılaşma ve ıslahata karşı çıkmışlar, zaman zaman isyanlarla yapılan yenilikleri ortadan kaldırmışlar. Ulema ve yeniçeriler bu direnişte başrolü oynamışlardır. Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla ıslahatlar hızlanmıştır. 18. yy ıslahat hareketleri bireyseldir, yukarıdan aşağıdır, kısmidir, ikicidir. Çok zaman padişah veya devletin ileri gelenlerinin kişisel güçlerine dayanarak yaptığı, uzmanlaşmış kadrolardan yoksun, reformcunun hayatı süresince devam etmiş ve sonradan yozlaşmıştır. Reformlar için kitle tabanı bulunmamış, bunları anlayan ve destekleyen bir kamuoyu yaratılmamıştır. Islahata padişahın mutlak iktidarıyla, muhafazakar bir kitleye karşı giriştiği hareketler olarak görülmektedir. Böylece ıslahat her zaman merkeziyetçi bir karaktere sahip olmuştur. 

Bu dönemin aydını olan Halim Paşa’ya göre Batıcılık şöyledir.  Paşa Batı’ya değil maymunluğa düşmandır. “Başka kavimlerin tecrübelerinden ders almalıyız.” der. Yabancı bir medeniyetten faydalanmak, onu kendi medeniyetimize uydurmak ve yakınlaştırmak olur. Avrupa medeniyetini şarklılaştırmalıyız. Batı’nın üstünlüğünü yapan ilmi zihniyet ile tecrübe metodu. Bizim ahlaki, siyasi ve içtimai inançlarımızın kaynağı ise din.. dinsizlik, fikri bir üstünlük alameti değil, Latin zihniyetinin bir sapıtışıdır.”
İkinci meşrutiyet döneminde padişahın yetkisini sınırlamak isteyen ve istemeyen iki grup, devletin yönetici kadroları arasında da oluştu. Birinci Meşrutiyet parlamentonun anayasada kendisine tanınmamış hakları  da olabileceğini bir ölçüde kanıtlanmış, Abdülhamit de zaten bu nedenle meclisi dağıtmıştı. Gizlice gelişen reformculuk hareketleri İkinci Meşrutiyet’e yol açtı. İkinci Meşrutiyet’e rağmen sağlam demokratik kurumlar kurulmadı. İlkeler yeterince benimsetilmedi. Böylece İttihat ve Terakki tek parti rejimi kurarak iktidara yerleşti.
SONUÇ
Osmanlı Batılılaşması, Batılı olmayan bir toplumun laik olmaksızın Batılılaşmasının mümkün olmadığını gösteren, ancak süreç ,içinde laikleşmeyi mutlaka gerekli hale getiren bir iklim yaratması açısından da diğer Hıristiyan olmayan toplumlara engin bir deney fırsatı hazırlayan yoğun, inatçı ve yararlı bir oluşumdur.
Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı köklerinin de Osmanlı batılaşma hareketi içinde olduğunu unutmamak gerekir. Osmanlı düşünürü inkılapçıdır, daha  demokrat ve özgür bir rejim istemektedir. Toplum hayatı, aile eğitim ve yönetimde daha bağımsız daha katılımcı hedefleri vardı. Fakat Batı toplumunun kurumları ve yaşamı bu insanları etkilemiştir.
Batılılaşma veya modernleşme için, önce Batı uygarlığını ortaya çıkaran faktörlerin soğukkanlı olarak analiz edilmesi, sonra da belli bir plan ve program çerçevesinde modernleşmeye başlanması gerekirdi. Osmanlı, her ikisini de yapamadı, önce Batı  karşısında eskiden var olan üstünlük duygusunu yıkıp,  Batının sağlıklı analizini yapamadı, sonra da Avrupa karşısında acizlik ve hayranlık duygularıyla panik içinde sistemsiz ve plansız, birbirinden kopuk modernleşme çabaları gösterdi. Osmanlı Batılılaşmayı laiklik temeli üzerinde sağlamaya çalışacağına, İslam dini ve bütün İslam dünyası için sağlamaya çalıştı. Batı bilim ve kültürü aşağıdan yukarıya doğru gelişen ve yayılan bir güç olduğu halde Osmanlı bunu hep yukarıdan aşağıya doğru yapmaya çalıştı. Bu da, batılılaşma ve modernleşmenin kendiliğinden gelişmesini ve kökleşmesini engelledi.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
PARAGRAFIN SONUÇ CÜMLESİ