Tanzimatın Ana İlkeleri

13 Ağustos 2013 tarihinde tarafından eklendi.

Tanzimat'ın Ana İlkeleri

Gülhane Hattı'nın ana ilkeleri, bugünkü dille şöyle özetlenebilir:

* Mahkemeler açıkça yapılacak, bunun neticesi olarak bir mahkemenin kararı olmadan hiç kimsenin özgürlüğüne dokunulmayacağı gibi herhangi bir cezanın uygulanması mümkün olmayacaktır. Mahkeme edilmeden kimse idam edilmeyecektir.

* Kimsenin can ve malına, namusuna mezhep farkı gözetmeksizin dokunulmayacak ve buna tarafımızdan tam bir emniyet garantisi verilecektir. Hristiyan ve Müslüman halk arasında mutlak bir hukuksal eşitlik sağlanacaktır.

* Ulema ve vezirler, suç işlediklerinde rütbe ve sıfatları nazara alınmayarak ceza kanunları hükümlerince yargılanacaktır.

* Hiç kimseden kanunsuz vergi alınmayacak ve vergi mükellefiyetinde malî iktidar göz önünde tutulacaktır.

* Süresiz ve keyfî askerlik usulü kaldırılarak yerine herkesi kapsayan bir yönetim uygulanacaktır.

* Rüşvet, kesin olarak kalkacak ve buna cesaret edenler şiddetle cezalandırılacaktır.

* Devlet işleri hakkında yapılacak toplantılarda, iştirak edenler fikirlerini özgürce ve çekinmeden söyleyebileceklerdir. Hükümdar, bizzat kendisi bu kurallara uymayı ve bunlara aykırı davranmamayı kabul ettiği gibi, bilginler ve devlet büyükleri de bu konuda yemin edeceklerdir.

Tanzimat'la Türk toplumunda ilk özgür düşüncenin tohumları atılmış bulunuyordu. Özgürlük düşüncesinin ilk kaynaklandığı yerlerden biri, Fransa olmuştu. Fransız halkı, hükümetlerini tabandan gelen itici bir güçle, devrimlere zorlamıştı. Osmanlı Devleti'nde ise, bunun tam tersi oluyor, devrim tepeden geliyordu. Tanzimat Fermanı'nın ilanıyla siyaset, idare, eğitim alanlarında Batı uygarlığına resmen katılmış oluyorduk. Toplumumuza yeni bir hayat, yeni bir düşünme biçimi geliyor, devlet kurumlan Batı'ya göre yeniden düzenleniyordu. Tanzimat Fermanı ile Osmanlı padişahı ilk kez kendi gücünün üstünde kanun gücü olduğunu kabul etmiştir. Padişahın yetkileri ve hakları sınırlandırılmıştır. Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti'nin anayasal düzene geçişinin ilk aşamasıdır. Tanzimat Fermanı ile ilk kez insan hakları konusunda yenilikler yapılmıştır. Tanzimat devrinde 1845, 1847 ve 1849 tarihli iradeler ile, 1858 tarihli Arazi Kanunnâmesi toprakta özel mülkiyete geçişi sağladı. 1840 ve 1851 tarihlerinde hazırlanan ceza kanunlarıyla Batılı hukuk anlayışı Osmanlı ülkesine girdi. Yeni bir adliye teşkilatı kuruldu, bunlar şer'î dâvaların dışında kalan dâvalara bakacaklardı.

Rüştiye mektepleri açıldı. Eğitim işlerini bir programa bağlamak amacı ile Muvakkat Meclis-i Maarif adlı bir komisyon kuruldu. Maarif-i Umumiye Nezareti kuruldu, 1846'da Darülfü-nun'un (üniversite) temeli atıldı. Rüştiye mekteplerine öğretmen yetiştirmek için Dârülmuallimin açıldı. Lise düzeyinde öğretim yapacak olan Dârülmaarif kuruldu. Yüksek öğretimde okutulacak ders kitaplarının hazırlanmasını da amaç edinen Encümen-i Dâniş adlı ilk Osmanlı ilimler akademisi oluşturuldu. 1858'de memur yetiştirmek üzere Mülkiye Mektebi kuruldu. Ordu teşkilatı yeniden düzenlendi. Mülkî ıslahatın uygulanması için her bölgenin ihtiyaç ve özelliklerinin belirlenmesine çalışıldı.

Mustafa Reşit Paşa'nın 1858'de ölmesinden sonra 1871 tarihine kadar devlet idaresini elinde tutan Âli Paşa çekingen ve ihtiyatlı mizacı ile Batılılaşma hareketlerini yavaşlattı. Ancak yine de geçen zaman içinde yapılan yenilikleri benimseyen bir aydın kesim yetişmiş oldu.

Tanzimat Dönemi aydınları, sorunların yalnızca meşrutî bir yönetimle çözülebileceğine inanıyorlardı. Jön Türkler adı verilen bu aydınlar, "hürriyet, adalet, eşitlik" gibi düşünceleri savunuyorlar ve yapılan yenilikleri yeterli görmüyorlardı. Ali Suavi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Ahmet Mithat Efendi gibi şair ve yazarlar ile Mithat Paşa. Hüseyin Avni Paşa. Süleyman Paşa gibi devlet adamları da bu aydınlar arasındaydı. Padişah Abdülaziz, bu aydınları baskıcı yöntemlerle susturmak istedi. Bunun üzerine Jön Türklerin çoğu yurt dışına kaçtı. Bu aydınlar çalışmalarını yurt dışında sürdürdüler.

Batılılaşma sürecinde, 1832'de kurulan "Tercüme Odası"nın önemli bir yeri vardır. Osmanlı Devleti ile Batı arasında artan ilişkiler 19. yüzyılın başlarında acil olarak daha çok tercüman ihtiyacı doğurmuştu. Bu ihtiyaç tercüman olarak kullanılan Rumların Osmanlı Devieti'ne ihanet ettiklerine yönelik şüpheler yüzünden görevlerinden uzaklaştırılmalarıyla birlikte daha da arttı. Bunun üzerine Türkler arasında Batı dillerini öğrenmek teşvik edildi. İşte Tercüme Odası, Bab-ı Ali'de bu amaçla kurulmuştu. Tercüme Odası, bir yandan Avrupa'da görev yapacak elçilerin, diğer yandan yeni bürokrasinin yetişme yeri olarak önemli bir fonksiyon üstlenmişti. Asi Pasa. Saf'et caşa vo F,., at Paşa, bir okul özelliği taşıyan bu ocakta yetişti. Devletin önemli makamlarına burada yetişen ve dil bilen kişiler getirilerek, bir anlamda özel bir sınıf oluşturuldu. Ayrıca Tercüme Odası'ndan yetişenlerin Batı edebiyatından yaptıkları çeviriler, Tanzimat Dönemi Edebiyatı'nın oluşumuna katkı sağladı.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.