Tarihte Türklerin Devletçilik Anlayışı

4 Ocak 2014 tarihinde tarafından eklendi.

Türk tarihi tetkik edildiğinde, Türklerde devlet kurmanın adeta bir sanat olduğu kolayca anlaşılır. Türk tarihi ile ilgilenen pek çok bilim adamı ve tarihçi, Türklerin devlet kuruculuğu üzerinde özellikle durmuşlar, konu ile ciddî incelemeler yapmışlardır.
Bu alimlerden O. Menghin, “Ural-Altay kavimlerinin cihan tarihi bakımından iki alanda önemli rolleri olmuştur: I. İktisâdi alanda hayvan yetiştirmeyi geliştirmeleri; II. İçtimai alanda olağanüstü devlet kurma kabiliyeti.” demektedir. W. Eberhard ise “Tarih malzemesi gözden geçirilecek olursa, Türklerin bilhassa kabiliyet gösterdikleri şeylerden birinin çok çeşitli ve medeniyetçe yüksek devletleri siyasi yönden kurmak ve teşkilatlandırmak olduğu görülür.” ifadesini kullanmaktadır. B. Szâsz da Türklerin “umumiyetle seçkin atlı kavimler gibi, devlet kurucu ve fâtih” olduklarım ileri sürer.

Türk tarihçilerinin konu ile ilgili özet görüşleri ise şöyle sıralanabilir:

devletçilik anlayışıZiya Gökalp: “Türklerin bütün harpleri daimi ve geniş bir sulh dairesi tesis etme amacı taşır.”; Sadri Maksûdî Arsal: “Türkler kanun seven, hukuk yaratan bir millettir. Hukuk yaratıcı bir millet olmaları, devlet kurucu millet olmalarının bir neticesidir; çünkü hukuk devletle doğar.”; M. Fuad Köprülü: “Türkler (daha) ilk zamandan teşkilatçılık ve devlet kuruculuğu ile tanınmışlardır.”; O. M. Babaoğlu: “Türkler, millet hakimiyeti, laiklik, demokrasi esaslarını birçok milletten önce tanımışlar ve devletlerini uzun yıllar bu esaslar üzerine kurmuşlardır.”; Ahmet Caferoğlu: “Türklerde devlet kuruculuğunun özel bir hususiyeti, devlet kuruluşu ve devlet anlayışı meselesidir.”; Osman Turan: “İslâm’dan önce Türkistan, İslâm devrinde de Yakın Şark ve Türkiye merkez olmak üzere Çin, Hintistan, Afganistan, Horasan, Şarkî ve Orta Avrupa, Balkanlar, İran, Azerbaycan, Kafkasya, Anadolu-Rumeli, Irak, Suriye, Mısır ve Şimalî Afrika Türklerin başlıca istila, göç ve hakimiyet sahaları olmuştu. Türkler bu ülkelerde birçok devlet ve imparatorluklar kurmuş, muvakkat yurtlara ve devamlı imparatorluklara sahip olmuşlardır.”;, Mehmet Altay Köymen: “Tarihte; gerek kurdukları devletlerin sayısı, gerekse de rol oynadıkları coğrafi sahaların genişliği cihetinden Türklerle mukayese edilebilecek bir kavim, gösterilemez.”; Bahaeddin Ögel: “Türkler, tarih boyunca birçok devletler kurmuşlardıd. ancak kavmî gelenek ve düşünceler, her kurulan yeni devlette kaybolmamış ve kendini yeniden göstermiştir…

Türk tarihi, Türk kavimleriyle, Türk milletinin bir hayat hikayesidir. Devletler yıkılıp yeniden kurulabilir.” Kalıcı olan, Türk milleti ile Türk kavimleri ve onların zihinlerindeki düşüncesidir.”; İbrahim Kafesoğlu: “Bir siyasi kuruluşun Türk sayılabilmesi için, hanedanın Türk kökenli olması ve Türklüğünü koruması, ülkede Türk kültürünün hakim bulunması, Türk devlet anlayışı ve teşkilatının yürürlükte tutulması gereklidir. Bunda özellikle kültür unsurunun ağırlık taşıdığını belirtmek lazımdır; zira başında Türk asıldan hanedan yer aldığı halde, Türk kültürünü kaybederek yabancılaşan devletlerimiz vardır. Meselâ Çin’de Tabgaç devleti, 495’ten itibaren Budizm’in etkisi altında Çinlileşmiş; batıda Bulgar devleti, 864 yılında din değiştirmek suretiyle Hristiyan-Bizans kültür çevresine girerek, kısa zamanda Türklük’ten kopmuş; Türk hanedan idaresinde tipik bir bozkır kuruluşu halinde gelişen Macar devleti de 1000 yılında

Hristiyanlığı kabul ederek Roma-Katolik kültür çevresinin bir elemanı olmuştur. Tarihte bunun tersi de görülmüştür. Hükümdar ailesi ve idareci tabaka yabancı olduğu halde zamanla Türkleşen devletler de vardır. Mesela Timurlular, Orta Asya hanlıkları, Hint Türk İmpratorluğu gibi. Türk siyasi kuruluşlarını birbirinden ayırılması ayrı ayrı devletlet sayılabilmesi üç esasa bağlıdır. Bunlar, siyasi istiklal ilanı, bir başka hanedanın iktidara gelmesi, ülkenin değişmesidir. Türk tarihinde bunların bazen üç birden, bazen ikisi, bazen da yalnız biri gerçekleşmiştir. Bunlar içerisinde siyasi istiklal ilânı başta gelmektedir… Türk devletleri büyük çoğunlukla ilk Türklerin eski çağlardaki yurtları dışında kurulduklarından teb’anm etnik durumu fazla rol oynamamaktadır. Gerçek şudur ki, birçok Türk devletlerinde, Çin’de, Hint’te, Yakm Doğu’da, ve Orta Doğu Avrupa’da, Balkanlar’da, Afrika’da Türk unsur yerlilere nisbetle azınlık halinde bulunmuştur. Ancak idareci zümre, hükümdar ailesi, hakimiyet anlayışı, teşkilat ve ordu

Türk olduğu için bunların Türk sayılmasında tereddüte gerek yoktur.”  Bugün kesin sayıları tespit edilememiş olan Türk devletleri, Asya, Avrupa ve Afrika kıt’alarında sürekli egemenlikler kurmuş ve bu egemenlik tarih sahnesine çıkışlarından bu yana kesintisiz sürmüştür. Türk milli dinamizmi; Orta Asya’dan bir çağlayan gibi kaynamış, başlarında bulunan hakanlarının nezaretinde, düzenli bir göç ve yayılma ile milli fütuhat felsefesi doğrultusunda, dünyayı yönetme ve adaleti yayma görevini yerine getirmiştir, çünkü Türkler, yerleştikleri coğrafi bölgelerde hiçbir zaman sürekli kalıp, durağan bir hayat yaşamamışlardır. Şayet bazı milletler, Meselâ -Çinliler, Hintliler veya İngilizler (bu örnekleri çoğaltmak mümkündür)- gibi, belirli bir toprak parçası üzeride çakılıp kalmış ve birinin yıkılıp, diğerinin kuruması ile birbirini izlemiş olsalardı dahi bilinen siyasi ömürlerinin süresi 12.5000 yıldan fazla olurdu. Bu konuda Türk devletlerinin kesin sayılarının belirlenip, kuruluş
ve yıkılış tarihleri iyice bilindikten sonra, bu rakamın daha da artacağı muhakkaktır. Ancak bu rakam bile Türklerin siyasi ömrünü ve yönetim tecrübelerinin derinliğini ortaya koymaktadır. Yine bugün coğrafi sınırları net bir şekilde belirlenememekle birlikte, bu Türk devletlerinin egemen olduğu sahanın 60.000.000 km2’den fazla olduğu görülmektedir.

Türkler pek çok devlet kurmuşlardır. Bugün bu devletlerin sayısı hakkında değişik rakamlar ileri sürülmektedir. Büyük hakanlık ve imparatorluklar başta olmak üzere, tam bir siyasi bütünlük ortaya koyan teşekküller şeklinde ortaya çıkan devletlerin sayısı 113 olduğu hakkında çalışmalar yoğunlaşmıştır. Bu devletleri büyük hakanlık ve imparatorluk, devlet, beylik, atabeylik, hanlık ve cumhuriyet biçiminde tasnife tâbi tutmak mümkündür. Bunların dışmda bazı küçük krallık ve sülaleler de mevcuttur.
Türk dünyası en geniş coğrafi sınırlarına XV ve XVII. yüzyıllarda ulaşmıştır. Öyle ki, Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na kadar uzanan geniş coğrafyada her devirde bir Türk devletinin var olduğu, bunların bazan birden fazla ve imparatorluk seviyesinde genişledikleri, bazan komşu, oldukları, bazan da birbirlerinden binlerce km. uzakta bulundukları bilinmektedir. Öyle ki Türkçe’nin Kingan dağlarından Mağrib Atlaslarına kadar konuşulduğu, Türkçe bilen bir kimsenin, başka bir dile ihtiyaç duymadan bu kadar uzun ve geniş ülkeleri rahatlıkla gezebileceği açıkça ortadadır.

“Aşiretten devlete” ifadesi ile vurgulanmak istenilen Türk devlet kuruculuk vasfı çoğu kez, son derece olumsuz şartlara rağmen, küçük bir siyasi kadronun teşekkülü ile teşkilatlı ve otoriter devlet hüviyetini kazanıvermekte idi. Fetih ruhu ise, çoğu kez bir tek hakan veya sultanın şahsında, büyük bir imparatorluk vücuda getirmeyi başarmıştır. Bunda sağlam bir siyasi görüş, isabetli bir teşkilatlanma ve güçlü bir askerî disiplin, her zaman birinci derecede rol oynamıştır, çünkü Bumin Kağan, Selahaddin Eyyûbî, Babür Şah, Nâdir Şah gibi devlet kurucu simalar, tek başlarına başlattıkları siyasi harekâtı, kendi saltanatları zamanında büyük bir imparatorluk seviyesine çıkarmışlardır. Bir aşiret düzeni yaşayan Selçuklularla Osmanlılar ise, sağlam bir devlet temeli attıktan sonra, köklü bir devlet teşkilatı ile cihan hakimi olmuşlardır. Bu iki devlet özellikle İslâm dininin yayılmasını ve geniş coğrafi sahada kökleşmesini sağlamışlardır. Asya bozkırlarından kopup Anadolu ve Rumeli’de yerleşen Türklerin, Osmanlılar zamanında yüzyılların medeniyet kaynağı olan İstanbul’u zabtetmelerinden sonra, eski Akdeniz medeniyetleri ile yarışırcasına yeni ve üstün bir medeniyet yarattıkları unutulmamalıdır. Orta Asya’da Mete Han’ın hakanlığı zamanında gelişip olgunlaşan Türk devlet geleneği, daha sonra Göktürk ve Uygurlara, Yabgu devletinden Karahanlı ve Gazneli hakanlıklarına, Selçuklu ve Harezmşahlardan da Osmanlı Devleti’ne ulaşmakta, “devleti ebed-müddet” çizgisinde cihanşümul bir karakter kazanmaktadır.

Türk devletleri arasında Osmanlı Devleti’nin müstesna bir yeri vardır, çünkü buhranlı bir dönemin çalkantısı içinde, Ertuğrul Bey’in sağlam iradesi ile yönetilen Kayı aşireti, bağımsızlık bayrağını açtıktan sonra, dikkatli, akılcı ve hesaplı bir büyüme planı uygulamış, siyasi kadro, bir yandan yenilgi yüzü görmeden kazanılan zaferlerle topraklarını genişletirken bir yandan da yine aynı disiplin ve anlayış içinde 624 yıllık ömrü yaşayacak teşkilatını meydana getirmiştir. Bu teşkilat incelendiğinde, hiçbir zorlamanın yapılmadığı, yabancı sistemlere itibar edilmediği, ancak toplumun ruhuna yerleşmiş, gelenekselleşmiş bir kısım örf ve kanunlara anlayışla değer verildiği, bu yasa ve törelerin değişiklik ihtiyacı duyuluncaya kadar uygulamada bırakıldığı görülmüştür. Bu da Türk devlet anlayışının isabet ve olgunluğunun bir sonucu olarak değerlendirilebilir.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
AÇIKLAMA İLİŞKİLİ CÜMLE